|
|
|
Sayfalar |
|
|
|
|
|
|
|
Farz Edelim Madde Var |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Diğer bölümlerde de açıkladığımız gibi, bizim dışımızda bir maddi dünyanın aslına hiçbir zaman ulaşamayız. Bu, dünya üzerindeki en büyük gerçeklerden biridir. İnsanların büyük bir çoğunluğu bu olağanüstü gerçek karşısında büyük bir korku duymakta, bilimsel olarak da ispatlanmış bu gerçeği inkar etmek için türlü yollara başvurmaktadırlar. Bu gerçeği çürütmenin yollarını aramakta veya hiç düşünmeyerek bundan kaçabileceklerini zannetmektedirler.
Bu insanlar maddenin var olduğunu ispat etmek için araştırmalar yapmakta, hiçbir tutarlı yanı olmayan mantıklar öne sürmekte ve kendilerine dışımızdaki maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayacağımızı anlatanlara karşı çıkmaktadırlar.
Bu durumda bu insanların sonuçsuz çabalarının bir sonuç verdiğini ve maddenin var olduğunu farz edelim. Yani dışımızda maddi bir dünyanın mutlak olarak var olduğunu düşünelim. Peki bizim için değişen nedir?
Biz Dış Dünyaya Asla Ulaşamayız
Hayatımız boyunca kafatasımızın içinden hiçbir şekilde çıkamayız. Beynimizin içindeki birkaç cm3'lük minik odada tüm dünyayı gerçek zannederek yaşarız. İnsanın baktığı her manzara, duyduğu her güzel melodi, tattığı her yemek, kokladığı her çiçek, dokunduğu her canlı ancak birer elektrik akımı olarak beyindeki o ufak odada meydana gelir. İnsan bu elektrik sinyalleri sonucunda yaşadığı mükemmel kalitedeki tüm hislerden türlü zevkler alır. Beyninin içindeki sofrada önüne getirilen yemeği zevkle tadar. Beyninin içindeki kırda en güzel kokuları içine çeker. Beyninin içindeki mekanda çevresindeki manzarayı seyreder. Yani tüm hayatı aslında beyninin içinde geçer.
Maddenin aslıyla ise hiçbir zaman muhatap olamaz. Çünkü dışarıda bir şeyler olduğunu kabul etsek bile bu varlıkların hiçbiri beyne olduğu şekilde ulaşmaz, ancak sinir uyarıları olarak gönderilir. Ve görüp duyduğumuz herşey aslında beynimizdeki bu sinir uyarılarıdır. İnsan, beyninin içindeki görüntüye sabitlenmiştir ve dışarıyı asla göremez. Sahip olduğu herşeyi, malını, servetini, işini, okulunu, ailesini, arkadaşlarını beyninde hisseder ve dışarıya asla çıkamaz. Beyne giden sinirler kesildiğinde, insan için dışarıda var olduğunu düşündüğü dünya da yok olmuş demektir.
Peki bu durumda, insan hep beynindeki kopyaları görüyorsa, dışarıda asıllarının olup olmaması onun için bir şey ifade eder mi?
Elbette bir dış dünyanın varlığı insan için hiçbir şey ifade etmez. Buraya kadar pek çok defa açıkladığımız gibi, biz ancak beynimizde oluşan kopya görüntüleri görebilir, kopya sesleri duyabiliriz. Bizim tanıdığımız tek dünya, zihnimizde oluşan dünyadır ve bizim varlığından emin olabileceğimiz tek dünya da budur. Dışarıda gerçek bir dünya var mıdır, ya da yok mudur bunu hiçbir zaman bilemeyiz. Dışarıda asılları olduğunu farz ettiğimizde bile, kafatasımızın dışına asla ulaşamayız. Ne yaparsak yapalım, kafatasımızın dışına çıkıp, seyrettiğimiz görüntünün asılları ile bağlantıya geçemeyiz. Öyle ise, beynimizin dışında ne olup olmadığı da bizim için bir önem taşımaz.
İnsanın yapması gereken, beynin içindeki mütevazi odaya tüm kainatı sığdıran, tüm kainatı insan ruhuna izlettiren Allah'ın olağanüstü sanatı karşısında O'na teslim olmaktır.
Dışarıda Maddenin Var Olduğunu İddia Edenlerin Ellerindeki Tek Delil Yine Hayalleridir
Bir dağın zirvesinde oturup, çevresini saran eşsiz manzarayı seyreden bir dağcı, bu olağanüstü güzelliği beyninin içinde gördüğünden habersizdir. Oysa bu uçsuz bucaksız görüntü, dağcının beyninin içindeki birkaç santimetre büyüklüğündeki görme merkezinde oluşur. Gördüğü şey ise, manzaradan gelen ışınların, beyninde yorumlanmasından başka bir şey değildir. Yani gerçekte o manzarayı değil, manzaranın elektrik sinyallerinden oluşmuş, birebir benzeyen kopyasını görmektedir.
Bu benzerlik dolayısıyla dağcı, manzaranın dışarıdaki aslıyla karşı karşıya olduğunu düşünür. Dışarıda maddenin var olduğuna inanır. Dünya yaratıldığından beri hiç kimsenin aslını göremediği dağ manzarasının varlığı konusunda ısrar eder. Elbette söz konusu kişi buna inanmakta özgürdür, yani kendisinin dışında bir dağın var olduğunu ve ona ait manzarayı seyrettiğini düşünebilir. Ancak bu insan şunu da kesinlikle aklından çıkarmamalıdır ki, dünya yaratıldığından beri hiçbir insan maddenin aslını görmediğine göre, o da hiç kimsenin görmediği bir şeye "var" demektedir. Elindeki tek delili, beyninde oluşan bir hayaldir.
Bu durumda "madde", insanların gördükleri hayallere taktıkları bir addır diyebilir miyiz?
İşte bu, son derece doğru bir tesbittir. İnsanın hayatına dair bildiği herşey gözleriyle gördükleri, kulaklarıyla duydukları, elleriyle dokunduklarından kısacası duyu organlarıyla algıladıklarından oluşur. Uzaydaki yıldızlar, üzerinde yaşadığımız dünya, dünyayı dolduran milyarlarca insan, çevremizde gördüğümüz her bir canlı, evimiz, evimizin içindeki eşyalarımız, şu an üzerinde oturduğumuz koltuk, elimizde tuttuğumuz kitap ve daha milyonlarca detayla şimdiye kadar binlerce kez karşılaşmışızdır. Ancak insanların gözardı ettiği çok önemli bir gerçek vardır: Hiçbir insan, şimdiye kadar bu saydıklarımızın hiçbirinin aslını görmedi.
İnsanlar sadece çevrelerindeki her bir detayın beyinlerine ulaşan kopyalarını gördüler. Ancak hiçkimsenin görmediği "madde" denen bu varlığa inandılar. Oysa madde, insanların gördükleri hayallere taktıkları bir isimden başka birşey değildir. Hiçbir insanın bir maddenin aslının neye benzediğini bilmesi mümkün değildir; çünkü hiçbir maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olmamıştır.
Var Olduğunu Farz Ettiğimiz Dış Dünyada, Mutlak Bir Karanlık ve Derin Bir Sessizlik Hakimdir
Dışarıda bir dünya olduğunu farz etsek de, bu dünya, aslında insanların gördüklerinin tamamen zıttı bir dünya olmalıdır. Çünkü dışarıda ışık, renk ve ses gibi kavramlar mevcut değildir. Yani bir maddi dünyanın var olduğunu öne süren insanın, mutlak bir karanlığın ve mutlak bir sessizliğin hakim olduğu, ışığın ve renklerin hiçbir tonunun bulunmadığı, ürkütücü bir mekanın varlığını kabul etmesi gerekir. Bu durumu daha detaylı inceleyelim.
Görme olayının nasıl gerçekleştiğini anlatırken, hep dışarıdan gelen ışığın, gözümüzdeki hücreleri harekete geçirdiğini ve bu hareketlenmenin görüntünün oluşmasına neden olduğunu belirttik. Ancak, burada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta daha bulunmaktadır. Gerçekte, beynimizin dışında, bizim tanıdığımız anlamda ışık yoktur. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız ışık, yine beynimizde oluşur. Dış dünyada, yani beynimizin dışında ışık olarak tanımladığımız şey, elektromanyetik dalgalar ve fotonlardır (fotonlar tanecik şeklindeki enerjidir). Bu elektromanyetik dalgalar veya fotonlar, retinayı uyardığında, bizim bildiğimiz "ışık" oluşur. Fizik kitaplarında ışığın bu özelliği şöyle ifade edilmektedir:
Işık kelimesi fiziksel veya objektif bir manada, elektromanyetik dalgalarla veya fotonlarla ilgili olarak kullanıldı. Aynı kelime psikolojik bir manada elektromanyetik dalgalar ve fotonlar, göz retinasına çarptığı vakit insanda uyanan hisle ilgili olarak da kullanılmaktadır. Işık kelimesinin hem objektif hem de subjektif kavramlarını birlikte ifade edelim: Işık, bir insan gözüne, retinanın uyarımından doğan görme etkileriyle varlığını gösteren bir enerji şeklidir.
Sonuç olarak, ışık gözümüze gelen bazı elektromanyetik dalgaların veya parçacıkların bizde oluşturduğu etki ile meydana gelmektedir. Yani dışarıda, beynimizdeki görüntüyü oluşturacak bir ışık da yoktur; mutlak bir karanlık hakimdir. Sadece bir enerji vardır. Ve bu enerji, gözümüze ulaştığında beynimizde ışıl ışıl, parlak, aydınlık bir dünya olarak algılanır.
Aynı şekilde beynimizin dışında var olduğu öne sürülen dünyada renk de yoktur. Dışarıda sadece farklı dalga boylarına sahip elektromanyetik dalgalar vardır. Gözümüze ulaşan, bu farklı dalga boylarındaki enerjidir. Yukarıda da belirtildiği gibi biz buna ışık deriz, ancak bu bizim bildiğimiz anlamda parlak, aydınlık bir ışık değildir, sadece bir enerjidir. Beynimiz, bu farklı dalga boylarına sahip enerjiyi yorumladığında biz bunları "renkler" olarak görürüz. Oysa eğer bir dış dünyanın var olduğunu kabul etsek bile söz konusu dünyada ne denizler mavi, ne çimenler yeşil, ne toprak kahverengi, ne de meyveler renklidir. Onlar, sadece beynimizde öyle algıladığımız için öyledirler. Bilinç ve beyin konusunda yazdığı kitapları ile tanınan Daniel C. Dennet, bu gerçeği şöyle özetler:
Dünyada renk yoktur; renk sadece bakanın gözünde ve beyninde oluşur. Nesneler ışığın farklı dalga boylarını yansıtırlar, ancak bu ışık dalgalarının rengi yoktur.
Bu bilgiler, ışık, karanlık, beyaz, yeşil, sarı, saydam gibi kavramların beyinde oluşan algıdan ibaret, tamamen göreceli tanımlar olduğunu göstermektedir. Gerçekte dış dünyada ne ışık, ne de renk vardır. Yorum tamamen bize aittir. Gözde oluşacak bir hata veya yapısal bir farklılık, gelen fotonları farklı elektrik sinyallerine dönüştürecek ve beyindeki görme merkezi aynı özellikte dahi olsa, göz tarafından işlenen sinyaller, aynı cismin çok farklı şekillerde algılanmasına neden olacaktır. Renk körleriyle normal görenlerin belli renkleri çok farklı algılamaları ve yorumlamaları bundandır.
Dolayısıyla beynimizin dışında renkler yoktur, ışık da yoktur. Sadece elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar şeklinde hareket eden bir enerji vardır. Hem renkler hem de ışık sadece bizim beynimizdedir. Yani biz bir limonu sarı olduğu için sarı renkte görmeyiz. Bizim bir limonu sarı görmemizin nedeni, retinamıza çarpan enerjinin, beynimiz tarafından sarı olarak yorumlanmasıdır.
Burada varmamız gereken sonuç şudur: Varlıklara yüklediğimiz tüm nitelikler, "dış dünyada" değil beynimizdedir. Bizler hiçbir zaman algılarımızı aşıp, dışarıya ulaşamayacağımız için maddelerin ya da renklerin varlığını da bilemeyiz. Ünlü düşünür Berkeley de bu gerçeğe şu sözleriyle dikkat çekmektedir:
Kısaca, aynı şeyler, aynı zamanda bazıları için kırmızı, bazıları için sıcak başkaları için tam tersi olabiliyorsa, bu demektir ki biz yanılsamaların etkisindeyiz ve 'şeyler' ancak bizim zihnimizde vardır...
Aynı durum sesler için de geçerlidir. Mutlak bir varlığı olduğunu varsaydığımız dış dünyada ışık ve renk gibi ses de yoktur. Kesin bir sessizlik hüküm sürmektedir. Çoğu insan, dış dünyada birtakım sesler olduğunu ve bizim de bu sesleri kulağımızla duyduğumuzu düşünür. Örneğin müzik setini sonuna kadar açan bir insan, müzik setinden çok yüksek bir ses çıktığını ve bu sesi işittiğini sanır. Oysa gerçekte dışarıda, yani insanın beyninin dışında hiç ses yoktur. Dünya tümüyle sessizdir.
Beynimizin dışındaki dünyada sadece titreşimler vardır. Bu titreşimler ise yalnızca kulaklarımız ve beynimiz tarafından sese dönüştürülür. Yani, işitecek bir kulak ve beyin olmadığı sürece, ses de yoktur. İnsanların var olduğunu iddia ettikleri maddesel dünya, tek bir insan sesinin, tek bir melodinin, tek bir rüzgar uğultusunun hatta tek bir yaprak hışırtısının dahi duyulamayacağı, insanın anlayış kapasitesinin ötesinde bir sessizliğin hüküm sürdüğü, kapkaranlık bir mekandır.
Asla Ulaşamadığımız "Madde"nin Varlığını Nasıl Kanıtlarız?
Aslı ile hiçbir zaman ve hiçbir şekilde muhatap olamadığımız ve olamayacağımız maddi dünyanın varlığını ispatlamamız da mümkün değildir. Böyle bir konuda öne sürülebilecek deliller yine beynimizde yaşadığımız bir hayalden öteye gidemez. Bir hayali delil olarak kullanmak ise ne derece mantıklıdır?
Elbette böyle bir şeyi savunmak son derece mantıksızdır. İsteyen insan, buraya kadar anlatılan tüm gerçeklere rağmen, kendi dışında son derece ürkütücü, kapkaranlık ve tamamen sessiz bir dünyanın varlığını iddia edebilir. Bunu düşünmekte elbette serbesttir. Ama insanın göz göre göre ispatı mümkün olmayan bir şeyin varlığı konusunda ısrar etmesi son derece mantıksızdır.
Öncelikle böyle bir iddiayı tüm yaşamı boyunca, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar çok taraftar toplarsa toplasın, ne kadar hararetle savunursa savunsun ispatlayamayacaktır. Ayrıca bu delilden yoksun iddianın geçerli olduğunu varsaysak da kendisi için değişen hiçbir şey olmayacaktır ve insan yine yalnızca hayalden ibaret olan bir dünyada yaşamını sürdürecek, kafatasının içinden bir an olsun dışarı çıkamayacaktır.
Tüm bunlara rağmen "benim dışımda bir dünya var, madde var, ağaçlar, ovalar, evler, insanlar var" diyen ve tüm bu maddi dünyanın kendi gördüğüyle birebir aynı olduğunu söyleyerek kendini kandırmak isteyen insan bunda serbesttir. Çünkü bu bir inanç meselesidir ve kendi seçimidir.
Bir gün ölüm geldiğinde ve ahiret hayatı ile karşılaştığında, sandığı gibi bir dünyada yaşamadığını, dünyanın kendi zannettiğinden tamamen farklı olduğunu, tüm yaşamını kendini kandırarak geçirdiğini fark edecektir, ancak telafi etmek için geç kalmış olacaktır.
Allah bu insanlar için Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 7) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Saat |
|
|
|
|
|
|
|
Sayın Harun Yahya (Adnan Oktar)'ın Röportajlarını İzlemek İçin Tıklaynız... |
|
|
|
|
|
|
|
Merak Ettiğiniz Konuları Harun Yahya(Adnan Oktar)'nın Sitelerinde Arama Yapmak İçin: |
|
|
|
Bugün 28 ziyaretçi (48 klik) kişi burdaydı! |