Küçük hesaplar yaparak çıkar peşinde koşmak ve bu çıkarları elde etmek için diğer insanları kullanmak, iman etmeyen insanların basit kültüründen kaynaklanan belirgin davranış bozukluklarıdır. "Gemisini kurtaran kaptan" sözü, bu basit kültürün bir sonucu olarak “fırsatçı ve çıkarcı” karakteri makul şekilde örtbas edebilmek için kullanılır. Ancak kısa vadede kar getireceği zannedilen bu yanlış mantık, insanın dünyada küçük düşmesine, ahirette ise sonsuza kadar kayıp içinde olmasına sebep olabilir.
Kendisine Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini yol gösterici olarak kabul eden müminler için, en büyük değer Allah'ın rızasıdır. Bu nedenle din ahlakının yaşandığı bir toplumda, Allah'ın rızasını kazanmanın önemli bir yolu olan infak etmek (kişinin Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği maddi değerleri yine Allah yolunda harcaması) ve fedakarlık yapmak için müminler arasında hayırlı bir yarış vardır. Böyle bir toplumun üyeleri, kendi şahsi menfaatlerini değil, mümin toplumunun genel menfaatlerini düşünür ve ona göre davranırlar. Kendi menfaatleri ile bir diğer müminin menfaati karşı karşıya geldiğinde ise, Allah'ın rızasını kazanmak için, karşı tarafın menfaatine uygun davranırlar. Gizlinin de gizlisini bilen Rabbimiz Kuran'da, Medine'ye hicret eden müminlerle Medineli müminler arasında yaşanan üstün ahlak örneklerini şu şekilde haber vermiştir:
"Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin "cimri ve bencil tutkularından" korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır."(Haşr Suresi, 9)
Buna karşılık, Kuran ahlakının yaşanmadığı bir ortamda şahsi menfaatlere ve "gemisini kurtaran kaptan" mantığına dayalı bir toplum modeli hakimdir. İman etmeyen insanların çoğunda görülen ve doğal bir özellik olarak benimsenebilen bu davranış bozukluğu nedeniyle insan, kendisine verdiği önemden dolayı çevresindeki insanlara kıymet vermez. Kimseyi uğrunda fedakarlık yapılacak, sevgi ve saygı gösterilecek değerde görmez. Bu nedenle de, bu tür insanların büyük çoğunluğu evliliklerinde, arkadaşlıklarında, ortaklıklarında seçimlerini daima çıkarları doğrultusunda yaparlar.
Gemisini Kurtaran Kaptan Mantığının Zararları
Bu çarpık anlayışın hakim olduğu toplulukta yetişen bir insan, çocukluğundan itibaren çıkarcı ve bencil bir karaktere sahip olması yönünde teşvik edilir. Ailesinden, arkadaşlarından, toplumun genelinden gördüğü model; çıkarcı, fırsatçı, her ortamda kendi şahsi menfaatlerini gözetip koruyan insan modelidir. Bu telkinle iman etmeyen toplumların önemli bir kuralını yani "gemisini kurtaran kaptan" olmayı daha küçük yaşlarda öğrenmeye başlar.
Bencillik telkin ederek insanları uyanıklığa ve fırsatçılığa iten tavırlar, o toplumda söz sahibi olmak için aranılan özelliklerdir. Her ortamda kendi çıkarına maksimum fayda sağlayabilmek bunun göstergesidir. Bu yanlış anlayışa göre insan, içinde bulunduğu her durumda kendi şahsi menfaatlerini düşünmeli, başkalarına zarar verse bile "en çok fayda" prensibi ile hareket etmelidir.
Bireyler arasındaki ilişkiyi de yine en çok fayda prensibi şekillendirir. İş yerinde patron çalışanlardan, çalışanlar patronlarından ellerinden geldiğince yararlanmaya çalışırlar. Alışverişte müşteri satıcıdan, satıcı müşteriden; arkadaşlar birbirlerinden en çok oranda çıkar sağlamaya çalışırlar.
Din ahlakının yaşanmadığı toplumda hakim olan “gemisini kurtaran kaptan” mantığının en önemli zararı ise, bu karakteri en ileri aşamada sergileyen ve bu yöntemle nefsinin isteklerine kavuşan insanlara gizli bir hayranlık beslenmesidir. Sonuç olarak da yapılan işin gerçekte küçük düşürücü ve yüz kızartıcı olduğu önemsenmediği için çevrelerindeki bencil ve çıkarcı kişilere özenen bireylerden oluşan bir toplum ortaya çıkar.
Gösteriş için Fedakarlık Yapmak Kişiye Yalnızca Zarar Getirir
Tüm bunların yanında, iman etmeyen toplumlara mensup bazı insanların da kimi zaman fedakarlık gösterdiklerine, fakirlere, ihtiyaç sahiplerine yardım yaptıklarına rastlamak mümkündür. Ancak burada önemli bir nokta vardır: Din ahlakına göre yaşamayan toplumların söz konusu sözde "fedakar" mensupları, yaptıkları harcamayı müminlerinki gibi Allah rızası için değil, genellikle insanlara gösteriş olsun diye yapmaktadırlar. Göklerde ve yerde bulunan mülkün tek sahibi olan Allah, bir ayette, bu gibi insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
"Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremezler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez."(Bakara Suresi, 264)
Bu tür kimseleri, fakirlere ya da kimsesiz çocuklara yardım için oluşturulmuş kuruluşlara büyük miktarlarda bağış yaparken görmek mümkündü. Bu bağışların bilinmesi hatta medyada yer alması bu kişilerin hoşlarına gider çünkü; yüz binlerce kişi bu "hayırseverliğe" şahit olmuş olur. Bu tür gösterişli bağışlarla kendilerince iyi bir ticaret yapmış olurlar. Verdikleri paraya karşılık, toplumda iyi bir imaj satın alırlar. Bu, hem kibirlerini okşar hem de daha karlı yatırımlar yapmaları için ileriye yönelik bir tür sermaye olur.
Müminler Bencillik, Hırs ve Kıskançlıktan Arınmışlardır
Müminin şahsiyeti ve asaleti, yalnızca Allah'ın rızasını aramasından ve dünyada bir iyilik ve hayır yarışı içinde olmasından kaynaklanır. Allah'ı memnun etmek için insanların mal ve mülk edinme yolunda gösterdikleri çabalar değil, yaptıkları işlerde O'nun rızasını ne kadar gözettikleri önemlidir. Allah Katında makbul olan;
İslam'ın ve müminlerin menfaatlerini sürekli gözetme,
Müminlerin refahını artırma,
Allah'ın rızasının her zaman en çoğunu aramakta taviz vermeme,
Nefsinin ve hevesinin kötü arzularına kapılmama,
Şeytanın hile ve vesveselerine aldanmama,
İmanını ve şuurunu arttırma,
Ahlakını daha fazla güzelleştirme yolunda gösterilen samimi çabadır. Bu şekilde, Allah'ın rızasının en çoğunu arayan müminlerin de asil ve şahsiyetli karakterleri görünümlerine yansır. Herşeyden haberdar olan Rabbimiz, Kuran'da bu durumu şöyle haber vermektedir:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir…"(Fetih Suresi, 29)
"Gemisini kurtaran kaptan" mantığı, Kuran ahlakını yaşamayan toplumlarda olağan karşılanır çünkü bu, toplumun genel ahlakı haline gelmiştir. Herkes kendi olanakları dahilinde kendinden bir kademe altta olandan haksız fayda sağlama çabası içindedir. Bu tür fırsatları kaçırmak ise sözde saflık olarak değerlendirilir. "Dünyaya bir kere gelinir" felsefesine dayalı bu sapkın zihniyet, kişilerde Allah korkusunun bulunmamasından kaynaklanır. Oysa bu anlayışın uyanıklık olarak tanımlandığı ve daha fazla dünya nimeti edinmeyi hedefleyen çıkar yarışı, insana üstün ve saygın bir karakter yerine basit ve güvenilmez bir karakter kazandırır.
Ölümü kendilerinden uzak gören, büyük bir gaflet içinde dünya hayatını yaşama peşinde olan yani basit çıkarları hedef edinen basit insanlar, metalara daha fazla değer verirler. Oysa bu kişilerin sandığının aksine Kuran'da bildirildiği üzere, "…Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir."(Al-i İmran Suresi, 185)
Kuran’dan Bir Örnek…
Kalem Suresi'nde Rabbimiz, iman etmeyen toplumlardaki söz konusu cimri karaktere sahip olan bahçe sahipleri hakkında şöyle bildirmiştir:
"Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler: "Eğer ürününüzü devşirecek-seniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın"(Kalem Suresi, 21-24)
Kuran’da haber verilen bu bahçe sahipleri, fakirlere yardım etmek istemedikleri için onlarla karşılaşmadan işlerine erkenden gitmeye karar vermişlerdir. Çünkü bir fakirle karşılaşmaları durumunda, ona para vermek zorunda kalacaklarını düşünmektedirler. Ayetlerde bildirilen bu örnek; iman etmeyen kişilerin Allah’ın verdiği mal ve mülkü ihtiyacı olan kişilerden saklayabilmek için küçük düşürücü basit hesaplar yapabildiğini göstermektedir. Bu, din ahlakı yaşanmadığı takdirde yaşanan “gemisini kurtaran kaptan” mantığının en hikmetli örneğidir.